"Bism-i Þah, Allah Allah!..Salavatullah ya Hüseyn...
Selamullah ya Hüseyn...
Þehidullah ya Hüseyn...
Cennetullah ya Hüseyn....
Erenler himmetine, er Hak Muhammed Ali'nin aþkýna...
Ýmam Hüseyn Efendimiz'in savm-ý atþanýna (susuzluk orucuna) ve Kerbela'da þehid olanlarýn ervah-ý tayyibelerine ve niyet-i matem Hz. Fatýma Zehra'nýn þefaatine..."
Adem'in tevbesinin kabulünü, Tufan'ýn son bulup Nuh Nebi'nin gemisinin karaya çýkýþýný, Musa'nýn Firavun zulmünden ve Ýbrahim'in Nemrut ateþinden kurtuluþunu, Süleyman'ýn tevbesi ve Eyyüb'ün þifa buluþunu harmanlayan gündeyiz...
Ne ki bunca sevince karþýlýk ciðer yakan bir gün de...
Bayramdan ziyade matem gününde...
Süslenmeyi, gülmeyi, sevinmeyi bertaraf edip oruç tuttuðumuz günlerde...
Ve içine on hububat katarak piþirdiðimiz aþure ile orucumuzu açtýðýmýz onuncu günde...
Aþure deyince akla Kerbela gelir, susuzluk gelir.
Altý aylýk bebek dahil 73 canýn, gürül gürül akmakta olan Fýrat'a baka baka meleyen kuzular misali susuz býrakýlmasý gelir.
Zulüm ve acýmasýzlýk gelir, ondört asýrdýr onlarýn haline aðlamak ve yas tutmak gelir.
Ehl-i Beyt'ten beþinci, Oniki Ýmam'dan üçüncü ve iki kutlu güzelden biriydi o.
Sadefinde bir inci, kozasýnda bir kelebekti.
Efendiler Efendisi'nin dizinde büyüttüðü, üstüne
titrediði "dünyada benim güzel kokulu fesleðenlerimdir" dediði iki ciðerparesinin küçüðü idi. Çocukluklarý Hz. Peygamber'e neþe ve sevinç kaynaðý olmuþtu.
"Kenzü'l-Garaib" adlý kitapta yazar ki ashaptan biri, avda bir ceylan yavrusu yakalamýþ Hz. Peygamber'e hediye etmiþti. O da ahuyu Hasan'a verdi. Hüseyin bunu duyunca çocukluk heyecanýyla, "Dedeciðim! Bana da bir ahu ver!" diye aðlamaya baþladý. Hz. Peygamber ne cevap vereceðini düþünürken çölden bir ceylanýn, yavrusunu önüne katmýþ hýzla gelmekte olduðunu gördü. Huzura varýnca da ceylan dile gelmiþti: "- Ya Rasulallah!. Allah bana kereminden iki yavru baðýþladý. Lakin birisini avcý yakaladý ve benden ayýrdý. Ciðerimin yangýnýyla elimde kalaný emzirirken kulaðýma bir ses eriþti ki; 'A ceylan, diyordu, üzülme ki bir yavrun Hasan'a hediye edildi, diðerini de sen Hüseyin'e ver ki gönlündeki kederin tamamen silinsin!'
Ýþte yavrum ya Rasulallah, bununla Hüseyin'i sevindir ki ben de sevineyim!"
"Mesâhibü'l-Kulûb" adlý kitap da der ki;
Hz. Hüseyin, Kerbela sahrasýnda susuzluðunu gidermek için yarým bir elmayý ýsýrýrdý. O elma, bir nar ve bir ayva ile birlikte Cebrail tarafýndan getirilip Kâinatýn Efendisi Muhammed Mustafa'ya sunulmuþ, o da Hüseyin ile Hasan'a "- "Yavrularým, bu meyveleri anne ve babanýza götürün ve birlikte yiyin. Fakat her birerinden birer parça ayýrýn!" buyurmuþtu.
Onlar denileni yaptýlar ve birazýný yedikçe meyveler hiç eksilmedi. Ta ki Fatýma dünyadan göçtü, nar kayboldu.
Hz. Ali'nin vefatýnda ise ayva kayboldu.
Hasan'dan sonra da elma Hüseyin'de kalmýþtý. Þehid edildiði gün o da kayboldu.
Bugün Hz. Hüseyin'in mezarýný ziyaret edenlerin oradan bir elma kokusu duymalarý bundanmýþ.
Yýllar çabuk aktý. Çocuklar büyüdü. Ýslamiyet bir devlete döndü, dünya medeniyetle tanýþtý. Ne ki yýllar gerçekten çabuk akýyordu, halifeler ardý ardýna göçtüler. Muaviye ile Hüseyin arasýnda hilafet bir dünyevi meseleye döndü.
Sonunda Hüseyin, Kerbela'nýn kýzgýn kumlarýna belenerek yanýnda bulunan kadýn ihtiyar, çocuk bebek herkesle birlikte acýmasýzca þehit edildi.
Orada bir trajedi yaþandý, Ehl-i Beyt'e kast edildi. Oklar uçuþtu, hançerler fýrlatýldý, kýlýçlar sallandý ve yürekler yakan, tahammülleri aþan bir acý yaþandý.
Sanki sonsuz bir tufan içinde son hayat gemisi paramparça ediliyordu.
Güneþ o gün utancýndan kýpkýrmýzý kesildi, susuzluða yandý ha yandý.
Masumlarýn bedenleri bir bir yýkýldý yere ve en son Hz. Hüseyin kaldý.
Yetmiþ iki yerinden yaralanmýþ, nihayet müminlere yetmiþ üçüncü gönül yarasý olarak can vermiþti.
Cebrail, dedesine haberi "Hüseyin, Kerbela sahrasýnda atýndan düþürüldü!" diye anlattý.
Kerbela'da þehit olanlar gerçekten þehit oldular, þahit oldular. Onlar o gün Kerbela'da, hakikat adýna, hak adýna, mevki ve makama dair esirlik baðlarýný kopardýlar, dünya ve masivaya ait zincirlerini kýrdýlar.
Seher-i hilafete uyanmak yerine tam da bu günlere mümasil þeb-i arusa girdiler.
Ýmdi ey kardeþler, bizim, onlara kuru göz yaþý akýtmaktansa yiðitliklerine gýpta ederek kendimize çeki düzen vermemiz; susuzluklarýna yanmak yerine devlet sarayýna uçup gittiklerini düþünüp ibret almamýz da gerekmez mi?
Onlarýn þu anda Sultanlar Sultaný'nýn huzurunda, saraylar sarayýnda güzelliklerden güzellikler içinde olduklarýndan þüphemiz mi var yoksa!?
Ve ey kardeþler! Gelin bu gün Hüseyin'e yas tutalým.
Ýlla ki gelin kendimize de yas tutalým.
Gaflet uykusundan açalým gözlerimizi ve akýtacak damlalarýmýz varsa, kendi halimize aðlayalým. Viraneye çevirdiðimiz gönlümüze, harap ettiðimiz gönüllere, duruluðunu bulandýrdýðýmýz sulara, güzelliðini bozduðumuz tabiatlara, masumiyetinden çýkardýðýmýz ruhlara, yaktýðýmýz canlara, zindana çevirdiðimiz dünyaya, bozduðumuz barýþa aðlayalým!.. Sünni'den ve Alevi'den, kim bu gün kendine eziyet etmek, elbise yýrtmak istiyorsa artýk nefsine eziyet etsin, kendi nefis elbisesini yýrtsýn!..
Sekâhum ya Hüseyn!..
*
737 yýl evvel vuslata yürüyen Mevlânâ'dan:
"Aziz dost!.. Kulak tut sözüme! Dinle beni.. aklýn tutsaðýdýr duygu, akýl da ruhun...
Duru bir ýrmaðý andýrýr ruh, tertemiz bir ýrmaðý...
Maddî düþünceler ve nefse iliþkin arzular da ýrmaðýn üzerini kaplamýþ bir avuç çerçöp...
Eðer bir yana itiverirse aklýn eli o çerçöpü, ýrmak kendini gösterir, berrak ve duru...
Dünya arzularý kaplarsa suyun yüzünü eðer...
Eðer hayvanî arzular baskýn olursa tende...
Nefis gülmeye baþlar o vakit, ve akýl aðlamaya...
Aklý hakim ve duygularý mahkum olan kiþidir uyanýk iken de rüya gören ve kendisine göklerin kapýlarý açýlan... (Mesnevi III, b.1824 -1829)"
ÝSKENDER PALA
Bookmarks